Uzun bir zamandan sonra tekrardan merhaba. Bu makalemde sizlere, Gaziantep’te gözlemlediklerimi bir şekilde aktarmaya çalışacağım. Elimden geldiğince yemeklerinden, gezilecek yerlerinden, şehrin temposundan, insanlarından bahsetmeye çalışacağım.
Başlıyoruz..
* * *
2015’in sonlarında r10.net internet sitesi aldığım freelancer iş neticesinde, tanışıklığımızın başladığı X abimizin, Ekim 2016’da yapmış olduğu davetiye ile başladı her şey. Planımız, Gaziantep’e gelecektim. Bir yazılım projemiz vardı, kalacağım süre tahminen aşağı yukarı 15 gün olacaktı ancak meğerse küçük bir proje değilmiş, ben yanlış anlamışım, bu tabii ayrı bir hikaye..
Kadıköy’ün sabaha karşı hali bir başkadır. Koca şehir bilmem kaçıncı rüyasındayken siz tıraşınızı olmuş, duşunuzu almış ve tam takım hazırsınızdır. İçinizde bir heyecan, bir enerji patlaması vardır. Tek endişe belkide sabah olmasına rağmen trafikten ötürü uçağa yetişme durumudur..
Uçağım sabah 06:30’te Sabiha Gökçen’den kalkacaktı. Biletim neyse ki Türk Hava Yollarından alınmıştı, yoksa hiç çekilmezdi uçak açıkça söylemek gerekirse, neyse..
Havada iken elimden geldiğince dinlenmeye çalıştım. O günü bağlayan gece uyumadığım düşünülürse sabah dörde kadar, siz de benim az biraz şekerleme yapmak isteyebilirsiniz.
Uyandığımda THY’nin servisi başlamıştı ve yanımdaki şahsın, masayı açmasından dolayı uyandığımı fark ettim. Camdan dışarı baktığımda böyle bir şey olamazdı. Günün ilk ışıklarını gökyüzünde iken yakaladım, bu fırsatı kaçıramazdım değil mi?
Fabrikaya gittiğimizde ben de sanıyorum ki, benim yazdığım muhasebe programını az biraz geliştireceğiz. Birkaç ekleme-çıkarma yaparak bu projeyi teslim edeceğim, evime döneceğim, kedimi seveceğim, ağabeyimle görüşeceğim falan filan. Meğerse ben bir ERP yazacakmışım da haberim yokmuş. Üstelik bu proje üç aşamadan oluşuyordu. Masaüstü, web ve el terminali. Tahmin edeceğiniz üzere; bir fabrikaya mal girişinden itibaren, maliyetlerin ve diğer finansal hesaplamaların yapılması, sipariş verme, üretim sürecini takip etme, üretim çıktıları, kullanıcıları veya müşterileri bilgilendirme ve en önemlisi, internet varlığının olduğu her yerden verilere erişilebilmesi.. On-beş (15) günde mi.. On-beş günde sadece büyük kısımları bitirebildim onlar da stok, mamul, yarı mamul, tam mamül, paketleme ve yükleme..
Bu bahsi geçen gün içerisinde peki neler oldu, beş aylık bir stüdyo daire kiralandı..
Gelelim Gaziantep’in meşhur şeylerine. Hangi birinden başlasam, bilemiyorum. Gaziantep’e geliyorsanız, gezmeyeceksin sadece yemek yiyeceksin felsefesindeyim. Çünkü bu şehir ciddi manada mutfağı ile bir başka. İstanbul’da yemek yok, hizmet var; Gaziantep’te ise yemek var hizmet yok 🙂 Ama bunu şu şekilde izah edeyim. Mesela sadece bir çorba söyledi iseniz Antep’te, yanına ikramları fazla fazla gelir. Fakat garson sizinle ilgilenmek zorunda değildir, yani bir ıslak mendil isteğiniz belki beşinci kez söyledikten sonra gerçekleşir.
Neyse.. Paça, beyran, beyin kavurma, küşleme, katmer, antep fıstığı, kavurma, baklava, çıtır lahmacun vs.. her biri birbirinden güzel ama nerede yenildiğine göre de değişir. Mesela canınız paça çekti ise kesinlikle Yesemek‘te yenmelidir, tabii damak tadınıza göre değişir ama kesinlikle denenmelidir kanısındayım. Hem beyin kavurması da şahane. Ancak sabahın ilk gün ışığında taze çorba içme gibi alışkanlığınız var ise sabah 05:30’ta, 150 tabağı ile müşterilerini bekleyen Metanet Lokantasına gidebilirsiniz. Sabah içeceğiniz beyran, sizi kendinizden alacaktır lezzeti ile.
Küşleme dedikleri şey bilmeyenler için yazayım aslında koyundan az miktar çıkan, özel ve yumuşak ettir. Fiyatları da zaten bundan dolayı pahalıdır. Tavsiye edebileceğim yer ise İbrahimli Kebap. Temiz ve lezzetli, şiddetle tavsiye edilir. Çok şahane bir şey.
Canınız kavurma çekti ise, size önerebileceğim tek adres şehrin merkezindeki kalenin olduğu yere yakın, Köşk Kebap. Yalnız dikkat etmeniz gereken bir konu var, iki tane Köşk Kebap var ve yanyana. Siz, en çok insanın olduğu yere girin 😉
Olur ya, akşam vaktinde canınız lahmacun çekmiştir. Onun için de adresiniz bence Çıtır Lahmacun olmalıdır. Lezzeti güzel ama garson yaklaşımını hiç beğenmediğim bu mekanda, kesinlikle, iddia ediyorum bir lahmacunu yedikten sonra, ikincisini isteyeceksiniz. Hayatımda böyle lezzetli bir lahmacun yediğim bir anı hatırlamıyorum.
Baklava ve fıstıklar kısmına gelecek olursak (kulağa şahane geliyor değil mi?) aslında çok tartışmalı bir konuya gelmişsinizdir. Burada önemli olan damak tadınız ve sizin damak tadınıza yakın olan baklava veya fıstığın seçimidir. Yaşamı İstanbul’da geçmiş birinin baklava deneyimi, tabiiki de Karaköy’deki Güllüoğlu‘dur. Ancak üzülerek belirtiyorum ki (bunu kötülemek amacı ile söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın, diğer baklavacılara saygım sonsuz hala da yerim) biz aslında baklava yemiyor(muş)uz. Gaziantep’te bence baklava yiyeceğiniz ve efsane olan iki yer var. Biri Ayıntap Baklava, diğeri de İmam Çağdaş.
Fıstık deyince dilerseniz tarihi Zincirli Bedesten’den de fıstık alabilirsiniz. Ama şiddetle tavsiye ettiğim bir yer var, lütfen Cumba Kuruyemiş‘te satılan fıstıklardan alınız. Çerez yemeyen annem bile, kendisine aldığım fıstıkları bitirdi. Kime fıstık getirdiysem de aşık oldu.
Yemekler konusunda son sözüm ise, eğer şehrin yemeklerinden sıkıldıysanız (ki imkansız) veya ara vermek istiyorsanız, hayatınızdaki belki de en lezzetli pizzayı; Locca’da yiyebilirsiniz.
* * *
Sağ tarafta görmüş olduğunuz mozaik halk arasında Çingene Kız diye isimlendirilmiş ve özel bir odada muhafaza edilerek ziyaretçilerine sergileniyor Zeugma müzesinde.
Zincirli Bedesten demişken, Zincirli bedestende sevdiklerinize özel hediye almak için gayet uygun bir yer. Neyse.. Onun haricinde kalenin ara sokağında yer alan bir yer var, Tarihi Kır Kahvesi. Eğer canınız türk kahvesi çekmiş ise, tam yeri. Böylesine lezzetli bir türk kahvesi içmiş olabilir misiniz hayatınızda? Sanmıyorum.. Benim için efsane bir tat idi.
Şehrin güzelliklerinden bahsettikten sonra yemek ve gezi haricindeki gözlemlerimi de aktarayım.
Bir de iç hatlar gidiş yönündeki normal çalışan özel güvenlik görevlileri, sanırsın polis, özel harekatçı veya oranın idari amiri. Bir havalar, bir tavırlar. İstanbul için dönüş uçağıma giderken, ikinci kontrol noktasında önümde iki turist vardı. Dayanamadı bu hanımefendilerin çantasını açtırdı. “Open, open” diye. Ufak, serçe parmağı kadar bir diş macunu elleriyle koymuş gibi buldu. Türkçe olarak “Bu nedir?” dedi. Hanımlar şaşırdı, durumu anlamaya çalışıyorlar. Güvenlik görevlisi baktı olmuyor, “What is this?” dedi. Kadıncağız ne yapsın, eliyle diş fırçaladığını ima eden hareketi yaptı. Adam türkçe “Geç geç” dedi. Ben de bu hanımefendiye seslenerek, ingilizce özür diledim bu güvenlik görevlisi adına. Birkaç zaman önce maalesef burada terör faaliyetleri gerçekleştiğini ve bu yüzden işlerini doğru yaptıklarından emin olmak istediklerini dile getirdim. O da çok minnettar bir şekilde anlıyorum dedi, teşekkür etti ve uçağı bekleme alanına geçti. O sırada geldi döndü bana “Ne konuştunuz” dedi, ben de ne dediğimi ve hanımefendinin ne dediğini söyledim. Dayanamadı el bagajınızı açar mısınız dedi.
Beni bilen bilir, benim normal günlük sırt çantamda kit olarak; bile diş fırçası, yara bandı, ağrı kesici, diş macunu, tırnak makası, gillette bıçak, kulak çöpü vardır. El bagajımda ise bir boy üstleri olur, örneğin parfüm, tıraş köpüğü gibi şeyler. Adam bu tıraş köpüğüne ve parfüme takıldı haklı olarak. Uçak sınırının az biraz üstünde idi ikisi. Bunları uçak altına vermeniz gerekir dedi. Ben de hak verdim, “doğrudur, eğer sizin için sorun teşkil edecekse atabilirsin veya sizin olabilir” cevabını verdim. Gıcıklık ya, laptop’u da açtırdı, çalıştırmamı istedi. Ben de çalıştırırken, “Amerika uçuşumda bile böyle şeyler yaşamadım, hadi ben tamam, az evvel ki turistlerde hiçbir şey yoktu. Buna ne diyeceksiniz?” dedim. “Eee burası Türkiye kardeşim!” dedi. Ben yine dayanamadım, “Çokta s*kimde…(biraz sessizlik). beyefendi(!)” dedim. Kardeşim nasıl bir kelime? Normalde böyle şeyleri söylemem ama işini düzgün yaptığını iddia edip, aslında bir b*k yapmayan insanlara benim tepkim genelde bu şekilde olur. Yıl olmuş 2017.. havalimanında çalışıyorsun ve ingilizce bilgin sadece basit cümlelerden ibaret.. ve hala şov peşindesin! Bak bu İstanbul’un kilit noktalarında da var. Mesela Sultanahmet’in olduğu tramway hattında çalışan, geçişleri kontrol eden özel güvenlik görevlileri de dahil. Kardeşim orası turistin gittiği yerlerden biri. En azından, havalimanına gidecek güzergahı tarif edebilecek ingilizce olması yaklaşımındayım.
Bu da böyle bir olaydı başımdan geçen.
Şehrin kendi has insanı aslında bir başka. Çok misafirperver. Böylesine misafir edildiğiniz bir yerde sanki kendi evinizde gibi oluveriyorsunuz. Sokaktaki insanların yaklaşımı iyi, sorduğunuz sorulara temiz ve güzel cevaplar alabiliyorsunuz. Yani İstanbul’da “Selamunaleyküm ağabey, burada böyle bir yer varmış, biliyor musunuz?” sorunuzdaki, “Nerden bileyim a*ına koyim?” şeklindeki cevapları almazsınız. Şehrin insanından bahsetmişken, şu çektiğim komik resmi de paylaşayım.
Bu resmi de otogarda bir arkadaşımı beklerken çekmiştim.
Çok güldürmüştü. “Kusur arıyorsan, bütün aynalar senin” 😀
Gaziantep’te bildiğiniz üzere bir hayvanat bahçesi var. “Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun birinci, Avrupa’nın ikinci, Dünya’nın üçüncü en büyük hayvanat bahçesidir” diyor Wikipedia‘da. Bunu çok söyleyen olmuştu. Ancak bir gerçek var ki, gezerken insana şu yankıyı uyandırabiliyor,
“Eğer burası, dünyanın en büyük üçüncü hayvanat bahçesi ise birincisi kim bilir nasıl haldedir?“
Bence İzmir’deki hayvanat bahçesi bu konuda fazlasıyla başarılı Gaziantep’tekine göre. En azından hayvanların sosyal ortamları daha çok geliştirilmiş, daha fazla büyük, bakımlarına da çok önem verilmiş dersiniz.
* * *
Eğer bu anlattıklarımdan yemek olan kısmı çıkarır ve video olarak izlemek isterseniz.. Buyurunuz.. Yakında tekrar görüşmek dileğiyle.
Enis Kurtay YILMAZ